Gök Bilim Rehberi-2b (İzafiyet Teorisi) - Büyüteç

En Son Yayınlar

21 Mart 2013 Perşembe

Gök Bilim Rehberi-2b (İzafiyet Teorisi)

Esas olarak zaman ve uzayla meşgul olan ve onlara daha genel bir bakışla, fiziksel olayları açıklayan bir teori. Albert Einstein tarafından ortaya konan bu teori, Kuantum teorisi gibi yirminci yüzyılda fizikte önemli bir değişiklik meydana getirmiştir

Dünyanın sabit ve kainatın merkezi oluşu fikri daha sonra terk edildiğinde neyin sabit olduğu sorusu ile karşılaşılmıştı. Newton kendi ifade ettiği hareket kanunlarından, hareketsiz olmanın özel bir anlamı olmadığını ortaya koymuştur. İzafiyet prensibine göre, tam hareketsiz olma diye bir şeyin herhangi bir anlamı yoktur ve düzgün hareketler hep birbirlerine göre izafi (bağlı bulunduğu şey ile değişen) olarak belirirler. Uzayın derinliklerinde seyahat bir uzay aracındaki kimsenin herhangi bir hareket tesiri hissetmediğinden hareketsiz olduğunu iddia etmesi, onun yanından geçen motoru durdurulmuş ve düzgün bir hızla hareket eden uzay aracının sahibinin aynı iddiada bulunmasından farklı değildir. Her ikisinin de hareketsiz olma iddiası doğru değildir. [1]

Görelilik Kuramı olarak da bilinen İzafiyet Kuramı 2 şekilde incelenir:
1-Özel Görelilik
2-Genel Görelilik

1.Özel Görelilik Kuramı:

Öncelikle şu soru ile başlayalım: özel göreliliğin diğer  fizik teorilerine etkisi nedir ?
Özel  görelilik teorisinde  ışık hızı  ( veya sonlu bir maksimum hızın  varlığı)  en temel unsurdur. 

Işık hızının çok yüksek olmasından dolayı, doğal olarak  özel göreliliğin etkilerinin diğer fizik teorilerinde oldukça az olmasını bekleriz.  Örneğin hidrojen çekirdeği etrafında dönen bir elektronun hızının ışık hızına oranı  yaklaşık 1/60 tır, dolayısıyla  hidrojen atomunu açıklayan  kuantum fiziğinin görelilikten çok az etkilenmesi gerektiğini düşünebiliriz.  Sayısal sonuçlar açısından bu çıkarım ( en azından  çekirdek yükü az olan hidrojen atomu için)  doğru gibi görünse de,  özel görelilik prensibi bütün temel fizik teorilerini oldukça sınırlamaktadır. Özellikle  standart model dediğimiz  Kuvvetli  etkileşimleri açıklayan  Kuantum Renk dinamiği,  elektromanyetik etkileşimleri izah eden  Kuantum Elektrodinamiği ve  zayıf etkileşimleri  izah eden  Kuantum Zayıf teorisi  özel göreliliğin  çok kısıtlayıcı prensipleri  altında yazılmışlar teorilerdir. 

Kuantum prensipleri ile  göreliliği  beraberce kullanan bu modeller  deneylerle  oldukça  uyumludurlar.  

Dördüncü kuvvet olan  Genel Çekim  ( gravitasyon)  yine  özel göreliliğin  prensipleri kullanılarak  ortaya atılmıştır ve  yerel  olarak uzayın her noktasında  gravitasyonel  çekimin oluşturduğu ivme, özel görelilikteki  ivmeye denktir: yani, yerel olarak  genel görelilik özel göreliliğe indirgenmektedir.  Standart modelden öte oluşturulun ama henüz deneylerle  test edilememiş  modern fizik teorilerinden Süpersicim veya  M-teorisi de  yine  özel göreliliğin  prensiplerini  ( ve kuantum fiziğinin prensiplerini)  kullanmaktadırlar.  

Bugün  çok yüksek enerjilere kadar  özel göreliliğin  geçerli olduğunu artık biliyoruz.  

Tabi ki  özel göreliliğin test edilemediği, yeryüzündeki parçacık hızlandırıcılarında ulaşamadığımız  enerjilerde  ne tür  yeni özellikler ortaya çıkar henüz bilmiyoruz.
Nitekim son zamanlarda  aşırı  hızlı  kozmik  ışınları inceleyen bir kısım araştırmacılar,  özel görelilik prensiplerinin, kütleli cisimler için çok yüksek hızlarda belli ölçüde  değişmesi  gerektiğini  söylüyorlar.  Ama,  henüz tutarlı bir kuramsal çerçeveye oturmamış  bu fikirlere  kuşku ile yaklaşmak gerek. 
      
Özel görelilik dahil pek çok büyük  “buluşun” ardında oldukça uzun bir tarih vardır ve bu buluşların aktörleri  coğunlukla tarihin farkındadırlar.  Bilim tarihinin en  üst basamaklarında oturan Isaac Newton „ın  “Eğer başkalarından daha uzağı  görebildiysem, devlerin omuzuna çıkıp bakmış olmamdandır” sözü zannediyorum meramımızı anlatmaktadır.
            
              Albert Einstein 1902 yılında Bern‟de patent ofisinde üçüncü derecede teknik uzman olarak çalışmaya başlar. 1905  yılında    Annalen der Physik adlı bilimsel dergiye  4 önemli makale gonderir.   Bu makalelerden ikisi  “özel görelilik”,  bir tanesi  “kuantum teorisi” diğeri de sıvılar içinde hareket eden büyük parçacıkların (Brownian -Brown-)  hareketleri ile ilgilidir. Yine aynı yıl, Zürih Üniversitesi‟ne  moleküllerin boyutları üzerine yazdığı doktora tezini gönderir.  Einstein için çok verimli bir yıl olmuştur ( annus mirabillis) ama henüz  akademide sabit bir konum bulacak kadar  tanınmamıştır.  

1906 yılında, patent  ofisinde  ikinci derecede teknik uzmanlığa yükseltilir.  Akademideki ilk konumuna 1909 yılında kavuşur ve Zürich Üniversitesi‟nde Doçent olarak çalışmaya başlar, ardından 1911 yılında Prag Alman Üniversitesi‟ne  Profesor olarak atanır.   ( Einstein‟in hayatı ile ilgili detaylı bilgiler  kendisi de iyi bir  fizikçi olan, Einstein‟ın Princeton‟dan arkadaşı  Abraham Pais‟in  “Subtle is the Lord... “  The Science and the Life of Albert  adlı oldukça güzel bir biyografisinde bulunabilir. )         

Özel görelilik teorisinin tamamı Albert Einstein‟ın yukarıda bahsettiğim makalelerinde ortaya çıkmamıştır. Makaleleri yazdığı zaman henüz 25 yaşında olan Einstein‟ın, kendisinden önceki çalışmalara hiç bir referans vermemesi belki de daha sonraki yıllarda  teorinin tarihsel gelişiminin eksik anlatılmasına neden olmuştur.  Einstein 1905‟deki konu ile ilgili ilk makalesinde oldukça net bir şekilde  özel görelilik teorisinin temellerini kurmaktadır  ve  bu teorinin kredisinin önemli bir kısmını haketmektedir.  Ancak, özel göreliliğin çıkışını anlamak için 19. yüzyildaki  araştırmalara da bakmak gerekir.

(Aslında bir önceki yazıda değinmiştik ama tekrar hatırlayalım)

  
19. yüzyılın  büyük fizikçilerinden  James Clerk Maxwell,  ışık  hızının elektromanyetik dalga hızına çok yakın olduğunu  farkedince,  ışığın elektromanyetik dalga olduğunu öne sürer.  Böylece, elektromagnetik dalgaların o  yıllarda  denklemleri  anlaşıldığı için,  ışığın denklemleri  bulunmuş olur.   Maxwell denklemlerinde  ışık  veya elektromanyetik dalga  için uzayın elektrik ve manyetik özellikleri tarafından belirlenenen sabit bir hız öngörülmektedir.  

Oysa  Galileo Galilei ‟nin ( 1564-1642)  görelilik prensibine göre hız mutlak bir büyüklük degildir, görelidir ve  sadece iki referans sistemi arasında  tanımlanmalıdır. ( Örneğin Galileo‟ya göre   “ Arabaların 120 Km/saat  veya daha üstü  hızlarda  seyretmeleri ceza  gerektirir.”   şeklinde yazılan bir kanun cümlesi anlamsızdır.  Galileo  bu kanunu muhtemelen şöyle yazardı “ Arabaların  bulundukları  yola  göre  120 Km/saat  ve daha üstü  hızlarda ...” )   

Öyleyse doğal olarak şu soru ortaya çıkmaktadır : ışık için sabit bir hız öngören  Maxwell denklemleri  hangi  referans sistemine göre yazılmıştır ?  

19. yüzyilda  bu sorunun cevabı: bütün uzayı dolduran Eter referans sistemidir.  O yüzyılının fiziçileri ve matematikçileri  Eter‟in sahip olması gereken özelliklerini düşünmeye  başlarlar.  Oldukça karmaşık pek çok Eter  modeli ortaya çıkar.  O yıllarda  Eter‟in var olduğunu düşünmek son derece makul görünmektedir: bir dalga olan  ışığı, aynen ses dalgalarında olduğu gibi,  bir ortam taşimalıdır.  Bu ortam bütün uzayı dolduran Eter‟dir. (Eter: Uzayı doldurduğu düşünülen ve elektromanyetik dalgaları taşıdığı düşünülen ortam )

Maxwell,  Britannica Ansiklopedesi‟nin 1878‟deki  baskısına  Eter ile ilgili bir makale yazar ve   dünyanın Eter‟e göre olan hızını ölçmeye çalıştığını ama başarız olduğunu   kaydeder. Ayrıca  Jüpiter‟in uydularını kullanarak ışığın hızının ölçülebileceğini  iddia eder.  Maxwell‟in düşüncelerinden etkilenen  Albert Abraham Michelson  1881‟de ( henüz Einstein 2 yaşında iken)   yaptığı  deneyin sonucu olarak, “durgun eter hipotezinin yanlış” olduğunu öne sürer.  Fiziğin ve  ( göreliliğin ) oldukça etkin isimlerinden  Hendrik Antoon Lorentz, 1886‟da , Michelson‟ın sonuçlarını ve deneydeki hassasiyet düzeyini sorgulayan bir  makale yazar.  

Bunun  üzerine  Michelson, Edward Morley ile  birlikte  1887‟de  deneyi tekrarlar ve  
“ışık hızının gözlemcinin  ve  kaynağın hızından bağımsız” olduğunu gösterir.  

Bu oldukça çarpıcı  bir sonuçtur ve Galileo ve Newton‟ın görelilik kuramları ile  çelişmektedir.  

Michelson ve Morley daha hassas aletlerle deneylerini  1929  yılına kadar tekrarladılar.    ( Michelson 1907‟de  ABD‟ye ilk  Nobeli  kazandırır,  Prusya  (şimdi Polonya)  doğumludur. )     

Diğer yandan teorik çalışmalara baktığımızda, ismi malesef  görelilik literatüründe  çok az  geçen  Woldemar Voigt,  1887 yılında  oldukça önemli bir  makale yazar. Işığın Doppler  kaymasını ele aldığı  makalesinde , birbirlerine  göre sabit bir hızla  hareket eden iki referans sistemindeki gözlemcilerin, bir denklemi aynı şekilde yorumlayabilmeleri için  saatlerinin farklı akması gerektiğini  gösterir. Hizları farklı eylemsiz referans sistemlerinin saatlerinin farklı akması  özel göreliliğin en temel özelliklerinden birisidir.  Bu ilke ile  aynı-andalık (eş zamanlılık )   ortadan  kalkar,  hareket eden sistemlerde zaman daha yavaş akmatadır.  İçgüdülerimize ters olan bu  olay  hassas deneylerle  binlerce  defa  ispat edilmiştir. Voigt,    farklı referans sistemlerinin kaydettiği zaman ve koordinatlar arasında nasıl bir dönüşüm olması gerektiğini  göstermiştir.  (Burada önemli bir nokta şudur: her ne kadar  referans sistemleri  farkli zamanlar kaydediyor olsa da  bu kayıt tamamen rastgele değildir.   Fizik  kuralları  referans sistemlerinin birbirleri ile haberleşip zamanlarını  kıyaslayabilmeleri gerektiğini söyler.  Bir başka deyişle,  bütün referans sistemlerinin kaydettiği bir kısım değişmez-ortak  sayılar vardır. )   
Voigt‟ın  değişik referans sistemlerini birbirlerine bağlayan dönüşümleri,  aslında  bugün Lorentz dönüşümü dediğimiz  dönüşümlerin düşük  hızlardaki  halidir.  (Lorentz (1889) ve  Poincare‟ (1905)  ve  Einstein (1905) „dan önce,  ama Voigt‟tan sonra, bu dönüşümleri  bir de  Joseph Larmor  1889‟da  ortaya atmıştır. Bu dönüşümlere  “Lorentz dönüşümü” ismini veren Poincare‟ olmuştur. )                     


1887 sonrasında Michelson-Morley deneyinin sonuçları  artık oldukça ciddiye  alınmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere, bu deney gözlemcinin ve kaynağın hızından bağımsız olarak ışığın sabit hıza sahip olduğunu  söylemektedir.  Bu  “garip”  davranışın izah edilebileceğini  1889‟da  George  FitzGerald  Science  dergisine  sadece  bir paragraf tutan bir “makalesinde” belirtir  ve bunun için gerekli olan varsayımı yazar:  

 Eter içinden geçen nesnelerin boyları hızlarının ışık hızına  oranlarının karesi ile azalır...

Daha sonra  Lorentz (1892)  ve  Einstein ( 1905),  FitzGerald gibi,  hızlı giden cisimlerin  küçülmeleri gerektiği teorik öngörüsünde  bulunurlar.   Günümüzde  bu  küçülme-büzülme “Lorentz-FitzGerald büzülmesi” olarak adlandırılmaktadır.  Bu arada,   Lorentz ile  FitzGerald  arasında oldukça ilginç bir  yazışma geçmiştir.  Lorentz  makalesini  yazdığı zaman, meslektaşları  aynı sonucun 3 yıl önce  FitzGerald tarafından elde edildiği konusunda uyarmışlardır. Lorentz de  bunun üstüne  FitzGerald‟a  mektup yazmış ve  aynı sonucu kendisinin de  bulduğunu ifade etmiştir.  

FitzGerald  ise cevabında  “ Science‟a  yazıyı yolladığını ama yayınlanıp yayınlanmadığını  bilmediğini, Lorentz‟in aynı sonucu elde etmiş olmasından çok memnun olduğunu, çünkü  arkadaşlarının bu  “nesnelerin büzülmesi” fikrine çok güldüklerini söylemiştir. 

Görelilik literatürüne etki  etmiş bir diğer önemli isim de   büyük matematikçi  Jules Henri Poincare‟ olmuştur.   1898‟de yazdığı  “Zamanın Ölçümü”  başlıklı makalede  özel görelilik teorisinin ( yukarıda  bahsettiğim en önemli özelliği  olan )  farklı  referans sistemlerinin farklı zaman  aralıkları kaydetmesi  öngörüsünü  açıkça  ifade  eder.  Poincare‟   5 Haziran  1905‟de  yazdığı  “ Elektronun dinamiği üzerine” başlıklı makalesinde   “ mutlak  hareketin  gösterilmesinin imkansız olması  doğanın bir kanunu “  diye  yazmıştır.  (  Poincare‟  bu makalesinde  Lorentz  dönüşümleri  ile –yani uzay ve zaman arasındaki  hıza  bağlı dönüşümler-  normal  3 boyuttaki  açısal  dönmelerin  beraber analizini yapmış  ve  bugün  Poincare  grubu dediğimiz  grubu bulmuştur. Poincare  grubu  oldukça  önemlidir:  

Modern kuantum alan teorilerinde  temel parçacıklar bu grubun  temsilleri  olarak ortaya çıkmaktadır. Parçacıkların uzay zaman özelliklerini belirleyebilmek için kütle ve  spinlerine göre  sınıflandırılması  bu grubun iyi anlaşılmasından sonra ortaya çıkmıştır.   )   

Yine  aynı ay içinde  ( 30  Haziran ) Einstein “ Hareket eden cisimlerin elektrodinamiği”  başlıklı  meşhur makalesini yazmış ve  özel görelilik teorisini  çok  net bir şekilde  kurmuştur.  Einstein  bu makalesinde  iki temel  postula ortaya atar :  

1) Bütün  eylemsiz (ivmelenmeyen)  referans sistemlerinde fizik kanunları  aynı şekli alır. 

2) Herhangi bir eylemsiz referans sisteminde  ışığın hızı  kaynaktan bağımsızdır.  
Bu iki varsayımdan özel  göreliliğin  bütün  sonuçları çıkmaktadır
 ( E = mc^2 Einstein'ın bu makalesinde değil, aynı yıl  yazdığı ikinci görelilik makalesinde  ortaya atılmıştır.)

Einstein en ünlü denklemini eylül ayında yayımladığı bir başka makalede ortaya at›yor. Burada, bir cismin ışık yayınlayarak enerji kaybettiği bir düşünce deneyi üzerinde yoğunlaşıyor. Daha sonra da, görelilik kuramının tutarlı olması için cismin kütlesinin bir miktar azalması gerektiğini gösteriyor. Kütle ve enerjinin eşdeğerliliği ilkesi bu şekilde doğuyor. Etki, görelilik kuramının öngördüğü diğer etkiler gibi gündelik hayatımızda karşılaştığımız şeylere göre oldukça küçük. Örneğin, bir ton suyu sıfır dereceden kaynama noktasına kadar ısıttığımızı düşünelim. Isıtma sırasında suya büyük miktarda enerji aktarırız. Dolayısıyla verdi¤imiz enerjinin kütle karşılığı suyun kütlesine eklenir. Böyle bir durumda suyun kütlesinin bir tondan gramın milyonda 4’ü kadar daha fazla olduğunu bulursunuz. Bu kadar küçük bir fark› doğal olarak hissetmemiz olanaksız. Denklemin en önemli uygulama alanı şüphesiz, çekirdek ve parçacık fiziği. Çekirdek dönüşümlerinde ortaya yüksek enerjili fotonlar çıkarak çekirdekten ayrılır. Bu da geride kalan çekirdeğin kütlesinin ayrılan enerjinin eşdeğeri kadar küçülmesi demek. Aradaki kütle farkı, toplam kütleye oranla pek küçük olmadığı için, bu tip dönüşümlerde ortaya ç›kan enerji olağanüstü derecede büyüktür.[4]



Artık ışık dalgalarının taşınması için Eter‟e  gerek kalmamıştır ve  Einstein bunu makalesinde  açıkca  söyler.  

(  Lorentz  bildiğimiz kadarı ile  ömrününün sonuna kadar  (1928)  Eter‟in varlığına inanmıştır.  Özel  göreliliğin  kurucularından olmasına rağmen  özellikle  ışık hızının üstünde  hızların gözlemlenemeyeceği düşüncesi  onu rahatsız etmiştir.  Poincare‟ ise özel görelilik teorisini  kabul etmiş ama  konu ile ilgili yaptığı konuşmalarda ve yazdıklarında  Einstein‟dan hiç söz etmemiştir.  Einstein da Poincare‟ye  sadece bir defa  atıfta  bulunmuştur.  )  
         

Özel görelilik teorisi  1908‟e kadar  fazla ilgi görmemiştir.

( Nitekim, Einstein  patent ofisinde çalışmaya devam etmiştir. )  1908‟de   zamanın büyük fizikçisi  Max Karl Planck  ve büyük matematikcisi Hermann Minkowski  görelilik üzerine yazmaya başlamışlar ve göreliliğin kabulune katkıda  bulunmuşlardır.  Özellikle  Minkowski  uzay ve zamanın beraber düşünüldüğü, göreliliğin en doğal  bir şekilde  ifade edilebildiği dört boyutlu (Minkowski ) uzay-zamanını keşfetmiş  ve  bu formulasyonu ile  genel  görelilik teorisine giden yolu açmıştır. 

                
1910 yılında  Einstein özel görelilikten dolayı  Nobel ödülüne  aday gösterilir . 
( Yine aynı yıl  Poincare‟  de   gösterilir  ama  ödülü Van der  Waals  alır. )  

 Einstein ödülü  11.  aday gösterilişinde  alır.  Ama,  ödül özel görelilikten veya  genel görelilikten değil ,  kuvantum fiziğinden verilir.

( Einstein 1905de  yazdığı makalesinde   ışığın  kuantum karakteri  olduğunu öne sürmüş ve  fotoelektrik olayını açıklamıştır. )  [2]

2. Genel Görelilik Kuramı:
1916 yılında Albert Einstein tarafından yayımlanan kütleçekimin geometrik kuramı. Ve bugün modern fizikteki kütle çekimin tanımıdır. Genel görelilik, özel görelilik ve Newton'ın evrensel kütleçekim yasasını genelleştirerek kütleçekimin uzay ve zaman ya da uzay zamanda tanımlanmasını sağlar.

Einstein'in teorisinin astrofiziğe kayda değer etkileri vardır. Örneğin, büyük bir yıldızın ömrünün sonuna yaklaştığı bir zamanda içine çökerek karadelik oluşturduğuna işaret eder. Bazı astronomik cisimlerin yaydığı yoğun radyasyona karadeliklerin sebep olduğuna dair yeterli kanıt mevcuttur. Örneğin mikrokuasarlar, yıldızsal karadeliklerin ve aktif galaktik çekirdekler, süpermasif karadeliklerin varlıklarının bir sonucu olarak
oluşurlar.[3]

Genel görelilik kuramı aslında özel görelilik kuramının genişletilmiş halidir. Ya da izafiyet prensibini düzgün hareketten tüm harekete genişletilmesidir.


Kaynaklar:
1.http://izafiyetteorisi.nedir.com/#ixzz2O7CuL9NL
3.http://tr.wikipedia.org/wiki/Genel_G%C3%B6relilik
4.Bilim ve Teknik, Şubat , 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder